Brüksel / BELÇİKA
7’inci gün… Brüksel… en eğlenceli geçen gün….
Önceki gün Paris gezisinden sonra, gece 11.30 gibi
ablamların yaşadığı şehir Sint-Niklaas’a vardaık. Bu gün de Brüksel gezisi
yapmaya karar verdik. Brüksel’e giderken yolda bir çok araç bizi durdurdu.
Arabanın plakasını türk plası olduğunu görünce: “Abi, hoş geldiniz…. Abi bir
şey’e ihtiyacınız olursa bizim telefon numaramız… “ gibi şeyler hep duyduk.
Gurumuz okşandı. Türk plakalı bizim gibi deliler yoktur herhalde diye
düşünmeden edemedik. Belçika’da yaşayan Türklerden çok memnun kaldık. Çok sıcak
karşılandık.
Brüksel’e gediğimizde gezimiz’e ilk önce Kraliyet sarayından
başlamaya karar verdik. Kral’ın yaşadığı ev… Genelde kral evinde olmadığı
zamanlar, halk belli bir bölümüne girip geze biliyormuş. Bizim gittiğimiz gün
kral’ın evde olacağı tutmuş olacak ki haliyle biz de dışarıdan bakmakla
yetinmek zorunda kaldık. Ablamın dediğine göre Belçika’da kraliyet ailesine ait
bütün mülklerin çitlerinde altın yaldız varmış. Onlardan anlaşılıyormuş hangi
mülk kraliyet ailesine ait diye.
Kraliyet sarayın karşısında “Parc de Bruxelles”
bulunuyor. Park kraliyet ailesine aitmiş, fakat kraliyet ailesi halk’a hediye
etmiş park’ı.
“Mont des Arts”’tan ilerleyerek şehrin diğer turistik
yerlerine ilerledik.
Brüksel’e gelince wafle yemeden olur mu hiç? Porsiyonlar
çok büyük ve bir porsiyon’u bitiremiyor insan. Güzel hediyelikler var, fakat gözüme
çok pahalı geldiler.
Mağazaların vitrinlerine baka baka “Manneken Pis”… Çiş
yapan çocuk heykeli’ne doğru ilerledik. Kutlama varmış: çiş yapan çocuk bira
çiş yapıyor… etraftaki kalabalık bardaklarına bira dolduruyor… müzik çalıyor… dans
ediyorlar…
Bir an anlayamadım nasıl oldu, biri tuttu elimden benimle dans
etmeye başladı… şaşkınlığımı anlatamam… biraz dan edince tahmin ettim arkamdan
ıslatmaya çalıştıklarını… kaçmaya çalıştım, ama dans ettiğim bey flamanca “olmaz
öyle…” gibi bir şeyler dedi… ıslanmam lazımmış…”iyi, ıslanalım o zaman” dedim
ben de… sırtım su mu oldu… bira mı oldu, anlayamadım… ıslandıktan sonra her kes
alkışlamaya başladı, sanki büyük bir şey olmuş gibi… gülme krizine girmeden
önce kalabalığın arasından usulca sıvışa bildik.
“Grand-Place” meydanına geldiğimizde, meydan’a kapısı olan “Brussels
City Hall”… Brüksel Belediye Binası’nda nikah varmış. Kapılar açıktı. Kapılar
da devasa kapı. Ortaça’da o kapılardan ev sahipleri atlarla giriyormuş. Bir an
kendimi bir ortaçağ filminde sandım. Belediye binası kraliyet ailesine aitmiş,
fakat kral belediyeye hediye etmiş. Biz de nikah’a şahitlik edelim dedik. Gelin
ve damadı beklerken, belediye binasının bahçesinde Brükselli bir adam bana
anlatmaya başladı… yerde siyah taşlardan oluşan bir güneş şekli vardı… tam
ortasındaki taş Brüksel’in orta noktasıymış… “Bürksel’in orta noktasını da
görmüş olduk… O sırada gelin ve damat çıktı, herkes alkışlamaya başladı.
Haliyle biz de alkışlamaya başladık. Kimdiler, neyin nesiydiler bilmiyorum, ama
mutlu olmalarını dilerim.
Yeterince dolaştıktan sonra ve Brüksel çikolatalarımızı
aldıktan sonra otopark’tan arabaya bindik. Ablam tarif etti, gitmişken “Atomium”’u
da görmemizi istedi. Oraya gittik, fakat otopark bulamadık, yol kenarına da
arabayı bırakmayı göz’e alamadık. Pek araştırma yapmamıştım Atomium’la ilgili,
ama daha sonra başka arkadaşların içine girdiğini görünce, içine de girildiğini
anladım. Yolum düşer mi tekrar Brüksel’e bilmiyorum, ama düşerse eğer, Atomium’un
içine de girmeyi isterim.
Brüksel’deki en önemli izlenimim, insanlar çok eğlenceli ve sıcakknlı.
Onlar gibi hayatım olmasını isterdim… dertsiz…tasasız…
0 yorum:
Yorum Gönder