Cenevre / İSVİÇRE
5’inci gün… ilk durak Cenevre…
Yoğun programımıza Cenevre’yi de sıkıştıra bildik. Bura da
bir olay… İsviçre girişinde gümrükten Avrupa plakalı araçlar tranzit geçiyor…
Memurlar bizim arabamızın farklı plaka, yani türk plası olduğunu görünce, bizi
durdurdular. Evraklarımızı istediler. Evraklar tabi onun gözünde tuhaf… bizim
için normal: seyahat ettiğimiz pasaportlar Bulgaristan pasaportu, araba türk
plakalı, ehliyet türk ehliyet... haliyle adamın kafası karıştı. Ben de her
zaman olduğu gibi Fransızca konuştuğumu göstereceğim ya… memura “Nous voyageons
en Eupope “ yerine “ Nous travaillons en Europe” demez miyim? Yani “Biz Avrupa’da
yolculuk ediyoruz” yerine, “Biz Avrupa’da çalışıyoruz”. Memur da tuhaf tuhaf
bakıyor bana. Haliyle arabayı kenara çektirdi… gittik uzun bir süre bizim bütün
evrakları kontrol etti, hatalı bir şey görmeyince arabanın bagajından içine
kadar arama yaptı. Hiçbir sorun bulamayınca yol verdi. Sanırım benim orada
yanlış söylediğim kelimenin de etkisi vardır. Haliyle aramadan dolayı biraz
zaman kaybettik ve planladığımız zamandan biraz daha geç vardık Cenevre’ye.
Arabayı otopark’a bıraktık ve çıktık gezmeye.
İlk önce
yorgunluğumuz atmak için kahve içelim dedik. Molard Kule’sinin olduğu meydanda çeşitli mekanlar
var. Ayrıca yerlerdeki taşlar kararınca çeşitli ışıklar saçıyorlarmış, ama biz
hava kararana kadar kalamadığımız için, bu muhteşem görüntülere şahit olamadık.
Mekan mekan dolaştık ve en boş olanına oturduk. İçecek bir şeyler söyledik.
Siparişimiz gelince wi-fi sorduğumuzda olmadığını öğrenince tam bir hayal
kırıklığı yaşadık. Arkadaşlarım için kahve içmeye söz vermiştim, haber veremiyorum
onlara diye biraz içim burkulmuştu ve içeceklerimiz içince ve hesabı ödeyince
kalktık. Hesap ta 15 €. Öyle bir yer için normal geldi gözümüze. Dolaşmaya
çıktık mağzaları ve Filiz Kiki’de ücretsiz wi-fi buldu. Aslında şehir wi-fi’si
varmış sanırım ücretsiz, ama ona da bağlanamadık.
“Jardin Anglais” – “İngiliz Bahçesi”’ne doğru devam ettik. Dünyadaki
en büyük çiçekli saat’i Cenevre’de. 1955 yılından itibaren en büyük turistik
mekan. Haliyle biz de görmeden olmaz dedik. Turistler akın akın fotoğraf
çektiriyorlardı. Biz çektirmeden olur mu hiç?
“Jardin Anglais” – “İngiliz Bahçesi” güzel bir park… sessiz,
sakin… karşıda “Jet d'Eau” fiskiyesi tüm ihtişamıyla insanı büyülüyor. Fiskiye
Genevre Göl’ün ve Phone Nehrin birleştiği yerde bulunuyor ve genelde şehrin her
tarafından görülüyor.
Park’ta göl’ün hemen yanında kordon boyunca belirli
aralıklarla piyano’lar yerleştirmişler. Çalmak isteyen oturup çalabiliyor. Bizim gibi
çalmayı bilmeyenler ise sadece hatıra fotoğrafı çektirmekler yetiniyorlar.
Otopark’a döndüğümüzde ayrı bir olay… ücret ödemek için
otopark girişinde makineler var… önce otopark’a girerken almış olduğun fiş’i
bölmelerden birine koyuyorsun… ücreti otomatik hesaplayarak ekrana yazıyor…
nakit ödeyeceksen nakit ödeme bölümüne paranı koyuyorsun… kart’la ödeyeceksen
ayrı bir bölüme kartı koyuyorsun… bizim olay ise nakit ödeme bölümüne kart sokmak
oldu… kart makine sıkıştı kaldı… “ah..tüf..vah…” derken görevli gördü bizi ve
yanımıza geldi. O bölüm nakit bölümü olduğunu söyledi. Ben de geç öğrendiğimizi
söyledim. Sağ olsun yardımcı oldu… başka görevli birini çağırdı… makineyi
açtılar… kartımızı verdiler… Biz de bu günkü atraksyonlar yeter mi yetmez mi
diye düşünerek arabaya geçip Lyon’a doğru devam ettik.
Şehri çok beğendik, insanları kültürlü. Tek beğenmediğimiz
kafelerde wi-fi olmaması.
0 yorum:
Yorum Gönder